29 Eylül 2011 Perşembe

“Seni şimdi bulunduğun yere getirmiş olan düşünce düzeyi varmayı hayal ettiğin yere götüremez.” Albert Einstein

Son zamanlarda televizyon programlarında sıklıkla meşhur “Secret” kitabı üzerine konuşmalara rastlıyorum. Genellikle alaycı bir dil içeren konuşmalar bunlar. Felsefe üzerine kafa yormadan, kelimelerin ne anlama geldiğine bakılmaksızın kafa karışıklığı yaratmaya çalışıyorlar.

Bir programda şöyle bir söylem vardı. – İstanbul Etiler’de çok şık bir kadının elinde “Secret” kitabı varmış. Bir yerde otururken kadın kendini kitabına vermiş, hararetle okuyormuş. Diyor ki sunucu “Zaten dünyalığını yapmışsın, ne işin olur “Secret”la, bırak bu işleri”!

Kuantum düşünceyi sadece para kazanmaya indirgemiş, kuantum eşittir para olmuş.

İnsan ruh, zihin ve bedenden oluşur. Sadece maddi kaynaklar değildir bizi doyuran. Harun kadar zengin olun, paylaşacak kimse yoksa yanınızda hiçbir değeri kalmaz o paranın.

İnsanı insan yapan değerleridir. Kendisi ile barışık olmasıdır. Aşk ilişkisindeki mutluluğudur. Aile ilişkilerinin iyi olmasıdır. Çevre ile sağlıklı ilişkiler kurabiliyor olmasıdır. İş hayatındaki başarısıdır.

İnsanların en çok takıldığı şey sanırım şu: Olumlu düşünmeyi; zor bir durumda gerçeği görememek, inkar etmek, ille de “mutlu düşüncelere” sarılmak olarak düşünüyorlar.  Oysa olumlu düşünmekten kasıt bu değildir.

Duygusal sağlığımız için, duygularımızı fark etmek ve onları yaşamak önemlidir. Bu, kendimizi olduğumuz gibi görmek ve her şeyimizle kabul edip, sevmektir. Bu, aynı zamanda duyguların, ömür boyu taşıyıp durduğumuz o bagaja ilave olmasını da önler. Ayrıca, duygularımız bize daha büyük bir farkındalığın kapılarını açacaktır, bize dikkate değer içgörüler sunacaktır, onları yaşamak bizim “netliğimizi” korur. Bir duyguyu uç noktasına kadar tamamladıktan sonra –çünkü her duygunun bir uç noktası vardır- artık o olayın iyi yanlarını aramakta bir kötülük yoktur. Tam tersine yapılacak en akıllıca şey budur.   

Bu duygu bende nasıl bir etki yarattı? Bana ne hissettirdi? Bundan ne öğrendim? Sorularının yanıtlarını araştırmamız gerekir. Buradan çıkan sonuç bize olumlu duygu ve düşünceler ürettirir. Hayatımıza bir ışık tutar. Olumlu düşünmek tam da budur.

Kuantum düşünce bir “felsefe”dir. Hayatınızın nasıl daha iyi hale gelebileceği konusu üzerine çalışır. Nasıl ki iyi beslenmeyi, spor yapmayı, vücudunuza iyi bakmayı yaşam tarzı haline getirmeniz gerektiği üzerine pek çok bilimsel araştırma ve söylem vardır, kuantum düşünce de hayatınızı daha iyi yaşayabilmeniz, istediğiniz gibi yaşayabilmenizin yollarını öğretmeye çalışır insana.

Ne bazı insanların inandığı gibi dine karşıdır ne de evrene sipariş ver, yan gel yat, istediğin olsun der.

Kuantum felsefesi, bir düşünce tarzı sunar insana.  Hayatından bıkmış, acılar yaşamış, bir türlü kısır döngüden çıkamayan insanlara bir “hint” verir.

İş olsun, aşk olsun, ilişkiler olsun, para olsun, hayata değişik bir bakış açısı kazandırır bize.

Kuantum felsefesi yaşam kalitesiyle ilgilidir. Kuantum stratejilerini günlük yaşamınıza dahil edip uyguladığınızda hayatınızı nasıl daha iyi bir hale getireceğinizi söyler.

Kuantum bir olasılıklar sahasıdır ve siz hangi olasılığı seçerseniz diğer olasılıklar kapanır. Seçtiğiniz olasılık gerçekleşir. Ünlü Alman Fizikçi Werner Heisenberg “Yol sadece onu incelediğimiz zaman görünür hale gelir” der. Yani diğer bir deyişle siz hangi yolu seçerseniz o yol sizin gerçeğiniz olacaktır. Sonuç olarak yolunuzu siz belirlersiniz.

Bize sürekli sunulan birçok seçenek arasından bilinçli ya da bilinçsiz olarak biz seçim yaparız. Sonuçta gerçekleşen şey kendi seçimimizdir. Kötü bir seçim yaparsak acı çekeriz, iyi bir seçim yaparsak iyi hissederiz.

Kuantum felsefesi kendimizi nasıl daha iyi hissedeceğimiz konusunda bize yardımcı olur.  Seçimlerimizi nasıl daha bilinçli yapabileceğimizi öğretir bize.  Önümüzdeki tüm açık olasılıkları “görebilme” yeteneğini geliştirirsek, kendimiz için en doğru ve en güçlü seçimi yapabiliriz. Kuantum felsefesi bize bunu öğretir.

Yaşama bir inanç sisteminin süzgecinden bakarız. Bu bakış genellikle bize doğru olduğu anlatılmış şeylerdir. Bu süzgecin birleşimi seçimlerimizin kalitesini belirler ve süzgecin netliği, en güçlüleri korku olan birçok etkene bağlıdır.  Korkular, bakış açımızın netliğini bozar.  Netlik bozuk olduğunda seçimlerimiz bize acı veren, mutsuz eden yanlış seçimler haline gelebilir. Ve biz, bizi bu duruma düşürenin başka insanlar, olaylar ya da durumlar olduğuna inanırız. Kendi seçimimiz olduğunun farkına varmayız. Her şey sizin o şeye nasıl baktığınıza bağlıdır. Bu ister bir kişi olsun ister bir olay. Siz nasıl görmek istiyorsanız öyle görürsünüz. Sizin bakış açınız önemlidir.

Zorluk; yaptığımız seçimlerin yaşama bakış açımızın sonuçları olduğunu fark ettiğimizde görünür olmaya başlar. Bu durumdan çıkmanın tek yolu vardır. Bakış açımızı değiştirmek.

Kuantum felsefesi, bize bakış açımızı değiştirmeyi öğretir. Yaşadıklarımızdan, deneyimlerimizden yola çıkarak olumlu duygularla hedefimize ulaşmamızı sağlar.

Kuantum felsefesi, olasılıklar dünyasında kendi isteklerimize en uygun seçimi yapabilme farkındalığına sahip olabilme yetisi sunar bize.

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” C. Jung

Bloğuma gelen bir yorumda “Quantum Düşünce Tekniği’nde insan böyle düşünmeyi nasıl sürdürebiliyor? İşe gidince, toplantıda falan unutmuyor mu?” diye bir yorum vardı.  Aslında bu, görüyorum ki herkesin merak ettiği bir konu.  Herkes birbirine “olumlu düşün” diyor. Bunu gerçekten bilinçle ve farkındalıkla mı söylüyor yoksa “think positive” akımı etkisi ile dile pelesenk olduğu için mi?

Ben ikincisinin doğru olduğunu düşünüyorum.  Bütün dünya “think positive” akımı üzerine konuşuyor. Herkes birbirine olumlu düşün, olumlu ol telkinlerinde bulunuyor.  Bu düşünce akımının kökeni nedir ve bize ne anlatmaya çalışıyor, bir avuç insan dışında bu konuda çok da fazla kafa yoran yok.

Kuantum fiziğinin ortaya çıkmasından sonra düşüncenin de atom parçacığı fotonlar gibi parçacık, dalgacık şeklinde frekans dalgaları yaydığı gözlemlendi. Yapılan pek çok araştırma, olumlu düşüncelerin olumlu sonuçlar verdiğini onaylıyor. Bugün size bu araştırmaların en çok bilineni olan Dr. Masaru Emoto’nun su kristalleri üzerine yapmış olduğu deneyden söz etmek istiyorum.  

Dr. Emoto’nun bu deneyini bu kadar popüler kılan nokta, onun bu araştırma ile ispat ettiği “düşünce ve duyguların fizik realiteyi etkilediği” gerçeği. Aynı yerden alınan su örneklerine yazılı ve sözlü kelimelerle veya müzikle değişik niyetler, düşünceler yönlendirildiğinde ‘’su kendi ifadesini değiştirmektedir’’.  

Dr. Masaru Emoto, donmuş suda oluşan su kristallerine belirli düşünceler yoğun olarak yönlendirildiğinde değişiklik gösterdiğini keşfetmiştir yani düşüncenin şekline göre su kristallerinin şekli değişiklik göstermiştir.

Yapılan deneyler sonucunda çok temiz kaynaklardan gelen su örneklerinin ve kendilerine sevgi dolu sözcükler söylenen su örneklerinin aynen kar tanelerinin modeline benzeyen çok parlak, yoğun motifli, simetrik ve çok renkli desenler oluşturdukları görülmüştür.

Buna karşılık çevre kirliliğinin çok olduğu bölgelerden gelen su örnekleri veya negatif düşüncelere maruz bırakılan su örnekleri koyu renkli, asimetrik ve tamamlanmamış motifler oluşturmuşlardır.

Yazılan ve söylenen kelimeler su kristalleri üzerinde değişik titreşimler meydana getirmekte ve hatta müzik dinletildiği zaman da “su ifadesini değiştirmektedir.’’

Örneğin su moleküllerine  “senden nefret ediyorum ya da beni rahatsız ediyorsun” gibi negatif cümleler söylendiğinde su moleküllerinin kristalize şekillerinin yamuk, karanlık, şekilsiz olduğu gözlenmiş. “Seni seviyorum”  gibi sevgi sözcükleri ise en güzel su kristali görüntülerini oluşturmuştur.

Bu araştırmanın ve keşiflerin sonuçları bizim üzerinde yaşadığımız dünyayı ve kendi sağlığımızı nasıl pozitif olarak etkileyebileceğimizi göstermiş ve devrim niteliğinde bir farkındalık yaratmıştır.

Dünyanın her tarafından konferanslar vermek üzere davet edilen Dr. Emoto Japonya, Avrupa ve Amerika da canlı deneyler yapmış ve düşüncelerimizin, davranışlarımızın, duygularımızın çevre üzerinde ne kadar derin etkileri olduğunu göstermiştir. Dr. Emoto deneyini de içeren “Ne biliyoruz ki? Tavşan deliği” filmini izlemenizi öneririm.



Elbette ki insan doğası gereği doğuştan gelen kodlarla yaşama başlıyor.  Karakter, aile ve çevre etkileri ile yaşamına devam ediyor.  Aileden aldığı eğitim, okuldan aldığı eğitim ve öğretimle birlikte, dini inançlar ve önyargıları düşünsel yapısını etkiliyor. 

Kuantum düşünce sistemine göre düşüncelerimizin yaymış olduğu frekanslarla yaşadığımız olayları kendimize çekiyoruz. Dolayısıyla biz aslında ne istiyorsak onu yaşıyoruz. Ya da başka bir deyişle ne düşünüyorsak o gerçekleşiyor.

Öncelikle yapmamız gereken şey, kendi içimize dönüp bakabilmek. Ben ne istiyorum, ne yaşıyorum? Yaşadıklarımdan mutlu muyum, hayatımda değiştirmek istediklerim ne? Bu soruları düşünmeye başladığınızda bir basamak yukarı çıkmış olursunuz.  Olumlu düşünmeye ve sonuçlarını görmeye başladıktan sonra farkındalık geliştirmeye başlarsınız. Düşüncelerinizin farkında olur ve olumsuz bir şey aklınıza geldiği anda yakalarsınız.  Önemli olan bu farkındalığa ulaşmaktır.

Dr. Emoto’nun da deneyleriyle ispatlamış olduğu gibi kendimizi ve çevremizi iyileştirme gücü bizde.

Eylemlerinizi düşünceleriniz yönetir. Bugün yapıp ettikleriniz geçmişteki düşüncelerinizin aynasıdır. Gelecekte yapıp edecekleriniz bugünkü düşüncelerinizin aynası olacaktır. Denis Waitley

Geçen ay olduğu gibi bu ay da ilişkilerin önemi üzerinde duralım ve Kuantum Düşünce Tekniği bize bu konuda nasıl yardımcı olacak, irdeleyelim.

Kuantum Düşünce Tekniği ile ilişkilerimizi nasıl düzeltebiliriz?

Kuantum tekniği bir psikoterapi veya tıbbi bir tedavi yöntemi değildir.  Ancak bu tekniğin olumlu sonuçlarını görebilmek için, bireyin bugünkü hayatını etkileyen geçmişten gelen travmaları, inançları, bariyerleri varsa öncelikle bunların tespit edilmesi gerekir.  O nedenle Kuantum Yaşam Koçluğu’nun ilk seansında geçmiş irdelenir. Kişinin olumsuz etkilenmiş olduğu kayıtlar varsa birlikte belirlenir.     

İnsanlarla olan ilişkilerimiz bizi nasıl etkiler? Ne kadar etkiler? Nereye taşır?

Uzmanlar diyor ki bir insanın anne ile ilişkisi daha onun karnındayken başlıyor. Anne karnındaki bebek ana rahmine düştüğü anda bebeğin hafızası kaydetmeye başlıyor.  O yüzden hamile kadının stresten uzak bir ortamda olması çok önemli.  Annenin yüksek sesle çocuğu aslında istemediğini söylemesi bile ileri yaşlarda bireylere ciddi travmalar yaşatabiliyor.

Bebeklikten itibaren anne ile ilişki, baba ile ilişki ve kardeşlerle ilişkiler bireyin yapıtaşlarında önemli rol oynuyor.  Ailenin çekirdek aile olması veya aile büyükleri ile oturulan çok çocuklu kalabalık bir aile olması bile farklı etkiler yaratabiliyor.

Anne ile babanın arasındaki ilişki, birlikte ya da boşanmış olmaları, aile ortamının huzurlu veya çok gergin bir ortam olması. Ebeveynlerin bireyle ve diğer kardeşlerle olan ilişkileri. Ailenin tek çocuğu olmak, eğer kardeşler varsa bireyin kaçıncı çocuk olduğu, en büyük veya en küçük çocuk olmak.  Arkadaşlarla ilişkiler, paylaşımlar…

İlk aşk, ilk ilişki, evlilik, hatta ilk evlilik.

İlk iş deneyimi, patronla, yönetici ve iş arkadaşları ile ilişkiler.

Tüm bu bireysel ve çevresel ilişkilerde yaşanan olumlu ve olumsuz deneyimler kişinin yaşamında önemli rol oynuyor.

Bu nedenledir ki koç, tüm bu ilişkilerdeki olumlu ve olumsuz deneyimleri öğrenmek zorundadır.  Bu deneyimler paylaşılırken kişinin yaptığı tanımlar, kurduğu cümleler, bakışlar, ses tonu, beden dili incelenir. 

İlk seanstaki bu sohbet sırasında bireyin stres içinde olduğu gözlemlenen konular not alınır ve bireyle paylaşılır. Bireyin o ana kadar hiç aklına gelmeyen olumsuz bir deneyim, bugünkü yaşantısında hiç farkında olmadığı bir bariyer oluşturmuş ve sıkıntı yaratmış olabilir.

Genel olarak “çekirdek inanç” dediğimiz şey; ya bebeklikten, çocukluktan kalan ya da yetişkin dönemde iz bırakmış bir olumsuz deneyimin sonucunda oluşan kalıplaşmış ve yerleşmiş bir düşünce yumağıdır.  Bu kalıplaşmış inançlar kimi zaman bireyin gelişimini engeller, kimi zaman ilişki kurmasını engeller ya da sorunlu ilişkilere neden olur.  Ancak birey yaşadıklarının inançları yüzünden olduğunu bilmez.  Genel geçer yorum bahtsızlık, kader, alın yazısı, kötü veya yanlış eştir.

Koçluk çalışmasının ilk seansında koçun en önemli işlevi, bireyde olumsuz deneyimler ve çekirdek inançtan kaynaklanan kayıtların farkındalığını oluşturmaktır.

Bireyin yaşamını sıkıntıya sokan olumsuz düşünce kalıpları belirlendikten sonra yapılması gereken şey geçmişi geride bırakmaktır. 

Koç, ön çalışmadan sonra bireyin nasıl bir yaşam istediğini, hayatında neleri değiştirmek istediğini iyice düşünmesini ve geleceğini yazmasını ister.      

Olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmek hayata daha olumlu bakabilmek, düşünceleri  pozitife çevirmek Kuantum Düşünce Tekniği’nin en temel  işlevidir.

Koç’un yardımı ile bu süreç başlar.  Değişim kolay değildir ve Kuantum terapinin bu değişime yardım etmesi için en az 3 seans çalışmak gereklidir.  Bu da yaklaşık 3 aylık bir süreç anlamına gelir.

Bu sürecin sonunda bireyin hayatında değişiklikler olmaya başlar. En önemli değişiklik önce ilişkilerde görülür.  

Kuantum düşünce tekniği, yaşantımızın tüm alanında olumlu değişiklikler yapmaya devam eder. Yeter ki biz bu tekniği iyi tanıyalım ve uygulayalım ve yaşam tarzı haline getirelim.

“Herkes insanlığı değiştirmeye çalışıyor; ama kimse kendini değiştirmeyi aklından geçirmiyor?” Tolstoy

Bugün herkesin ortak derdi olan ve kafasını en çok meşgul eden önemli bir konu üzerine odaklanmak istiyorum. Doğru eşi bulma, ruh ikizini bulma, doğru insan.

Nedir bu doğru insanı bulma kavgamız… İlk bakışta aşık olduğumuz, uğruna herkesi kırıp geçirdiğimiz, dünyamızı allak bullak eden bu sevgili. Yokken kendimizi eksik hissettiğimiz, varken birbirimizi yıpratmadan edemediğimiz, ne senle ne sensiz bir durum.

Çevremde eşinden, sevgilisinden memnun olan, “muhteşem bir insanla birlikteyim, evliyim” diyen tek bir insan yok. Bu yaşıma kadar da duymadım. Kimse yalnız kalmak istemiyor. Herkes bir ilişki peşinde, hayatında birisi olsun, onunla keyifli şeyler paylaşsın istiyor ama birlikteliklerin neredeyse hepsi sorunlu, insanlar mutsuz.

Kadınlara bakıyorum, sürekli sevgililerinden, eşlerinden bir yakınma durumu var. Hep o erkeğin ne kadar zor, ne kadar uyumsuz, ne kadar kötü ve dayanılmaz olduğundan bahsedip duruyorlar.  Erkekler de aynı şekilde. Evlenmeden önce uğruna deli divane oldukları kadınları artık önemsemiyorlar. Onlar da şikayet ediyorlar.  

Dikkat çeken konu şu ki; Her zaman ve daima karşı taraftır sorunlu olan, bizi mutsuz eden. Hata hep o sevgilidedir. Hep o eştedir. Biz kusursuzuzdur.  

Nedir bizi böyle düşünmeye sürükleyen? Kader mi?

Yoksa biz miyiz?

Gelin, bakış açımızı tamamen değiştirelim, konuya farklı bir açıdan bakmaya çalışalım.

Önce kendimize dönelim. Kuantum Terapi tekniğinin başlangıç noktası. Bu aşama bütün çözüm çalışmalarının temelini oluşturacak. Değişimimizi sağlayan, olumlu düşünceler dünyasına adım atmaya buradan başlayacağız.

Biz kimiz? Kendimizi ne kadar tanıyoruz?  Diğer bir deyişle olumlu düşünce üretmemi engelleyen “ben” kimim?

Hayata bakışımız, özelliklerimiz, sevdiğimiz şeyler, sevmediğimiz şeyler, prensiplerimiz, hoşgörülü olduğumuz konular, asla taviz vermem dediğimiz şeyler, hayata ve olaylara karşı tahammülsüzlüğümüz. Bizi en çok sinirlendiren konular. Öfke krizlerimiz.  Stres altında olduğumuzda çevreye verdiğimiz tepkilerimiz.

Geçmişten gelen korkularımız, endişelerimiz. Kendimize koyduğumuz sınırlar, bariyerler, duvarlar. Kültürümüz, aileden aldığımız görgümüz, örfler, adetler, aile içi eğitimimiz. Okullardan aldığımız  eğitimlerimiz. İçinde bulunduğumuz çevre ve bizim o çevre ile olan ilişkimiz. En yakın arkadaşlarımız ve onların düşünceleri.  Önyargılarımız.  

Evet, kendimizi ne kadar tanıyoruz? Hayattan ve ilişkimizden beklentimiz ne?

Yanıtları bulmak bizi zorluyor değil mi? Öncelikle kendimize karşı dürüst olmak ve objektif olmak hiç kolay değil. Hepimizde kendi kusurlarımızı hoş görme zaafı vardır. Bu yüzden kendimize dışarıdan bakabilmeyi öğrenmemiz gerekir.

Hayatımızda ilk aşk ve ilk ilişki çok önemlidir. Eğer ilk aşkınızda olumsuz bir deneyim yaşadıysanız sonraki ilişkilerinizde hep aynı olumsuzluğu yaşarsınız, tekrar tekrar tekrar ve dersiniz ki “ben bir paratoner gibi bütün olumsuzlukları kendime çekiyorum”. Hayata küsersiniz. Yeni bir ilişkiye başlamak istemezsiniz, kaçarsınız. Ayak diretirsiniz. Ama bir yerden sonra aşk yine gelir sizi bulur. İlk günler süper geçer, bulutların üzerinde. Sonra bir bakarsınız yine olumsuzluklar peşinizi bırakmamış.

Haklısınız, siz paratonersiniz.  Hep de arızalı ilişkileri kendinize çekiyorsunuz. Doğrudur.

Çünkü ilk deneyim de edindiğiniz olumsuz duygular, o içinizi yakan, kasıp kavuran, uğruna nice göz yaşları döktüğünüz sevgili, sizde derin bir yara açmıştır. Duygularınız incinmiştir. Kırılmıştır.  Bir süre sonra her şey diner, gözyaşları kurur. Yüzünüz gülmeye başlar. Unuttum artık, yeni heyecanlara hazırım dönemi başlar. Kalbinizden söküp atmışsınızdır o acıtan hikayeyi.  Yeni bir başlangıç yaparsınız… Başta iyidir ama sonu eskisi gibidir.

Çünkü duygularınız zarar görmüştür. Sizi yıpratmıştır. Zaman geçer, beyniniz unutur ama bilinçaltınız unutmaz.  O duygu hala sizinle birlikte yaşar, bilinçaltınız da.  Ve bilinçaltınız sürekli sinyaller verir dışarıya karşı. Kırgınsınızdır ama farkında değilsinizdir. Siz geçti gitti sanırsınız ama dışarıya verdiğiniz frekanslar size hep aynı duyguyu yaşatacak insanları çeker ve sonuç hep aynı olur.

Birlikte olduğunuz kişilerle yaşadığınız olaylar aslında sizin bir yansımanızdır.  Beyninizden yayılan sinyaller sizinle aynı frekanstaki olayları ve kişileri size çeker. 

Peki, ilişkilerinizi istediğiniz gibi yaşamanın, sizin için doğru insanı bulup mutlu olmanın reçetesi nedir?  Önce kendinizi iyi tanımalı, ne istediğinizi bilmelisiniz.  

Düşünce sisteminizi değiştirmeli ve olumsuz duygulardan kurtulmalısınız.   Bu konuda size Kuantum düşünce tekniği yardımcı olacaktır.  Olumlu duygu ve düşünceler dünyasına adım attığınızda hayatınızın daha kolaylaşacağını göreceksiniz.

İlişkiler konusuna yine  devam edeceğim. İlişkilerinizde sorunlar varsa ve değişime hazırsanız bana yazın.