3 Ekim 2011 Pazartesi

"Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayatın gerçek trajedisi, bir yetişkinin aydınlıktan korkmasıdır" Platon

Her şey kendimi kaybettiğimi fark etmemle başladı. Ve böylece kendimi aramaya başladım.

Kendimle konuşan ve kendi kendime yazarak yanıtsız sorular soran biri haline gelmiştim. Sanki beynimde bir kilit vardı ve açmak için bir anahtar arıyordum. Bulduğum anda anahtarı çevirecektim, kilit aniden açılacak ve beynimden aşağıya bir ışık huzmesi ile birlikte tüm bilmediklerim akacaktı. Kendim akacaktım, beynime, oradan bedenime ve tüm ruhuma. O zaman benim ben olduğuma ve ne olduğuma ayacaktım sanki. Hayatım su gibi akıp gidecekti, huzur ve mutluluk içinde.

Oysa ruh halim karanlıkta ve aynen şöyleydi.

“Neyin ne olduğunu bilmediğim bir zaman dilimindeyim. Zaman diye bir şey yok sanki. Dünya durmuş gibi. An durmuş. Nesneler durmuş. Sessizliğin sesini dinlemeye çalışıyorum. 

İçimde yükselen bir heyecan, kabartı, korku, anlamlandıramadığım bir duygu seli. Karnımdan yukarıya doğru, göğsümü aşıp boğazıma yerleşiyor ve orada bir ağırlık yapıyor. Artık ne yapsam gitmeyecek, bir ömür orada benimle yaşayacak gibi duruyor. Sanki kolumu kessem kan akmayacak, ağzımı açsam ses çıkmayacak. Hiçbir şey duymuyorum şu anda. Hayat durdu. Sanki bedenimde değilim ya da oradayım ama bu beden bana dar geliyor.

Aklımda, aynı anda bir milyon düşünce uçuşta. Yakalayamıyorum hepsini, saniyelerle geçiyor gidiyor.

Aynı anda her şeyi birden yapmak istiyorum. Hepsini birden. Evde oturmak ayağımı uzatıp bütün gün film seyretmek istiyorum. Mutfağa girmek bütün gün kekler, poğaçalar, börekler, yemekler yapmak istiyorum. Kendi kendime kalıp meditasyon yapmak istiyorum. Pilates ve spor yapmak istiyorum. Evde spor niyetine ne olursa. Evi indirip kaldırmak en ücra köşesine varana kadar temizlemek istiyorum. Her şeyin yerini değiştirmek istiyorum. Ve fazlalık gördüğüm ne varsa atmak istiyorum. Gardırobu elden geçirmek, mümkünse hepsini atıp yenilerini almak istiyorum.   

Aynı zamanda dışarı çıkmak tek başıma yürüyüş yapmak istiyorum. Ailemle vakit  geçirmek, sevdiğim herkesle bir şeyler yapmak istiyorum. Sinemaya gitmek tüm filmleri seyretmek, tüm sergileri gezmek, tüm konferanslarda olmak, tüm tiyatrolara gidip bütün oyunları seyretmek. Sevdiğim ve uzun zamandır görüşmediğim bütün arkadaşlarımla görüşmek.  Spor salonuna gidip oradan incecik çıkana kadar spor yapmak istiyorum!

Aynı zamanda tatile gitmek istiyorum. Bir tatil köyünde şezlonga uzanıp güneşin tüm hücrelerime, kemiklerime sızmasına izin vermek.  Kitap okumak ve yüzmek. Tırmanmak, tüm ören yerlerini gezip kültür turlarına katılmak. Dünya seyahatine çıkıp tüm ülkeleri görmek. Yeni kültürler tanımak, yeni mutfakları keşfetmek ve tatmak… 

Bu düşünceler yordu beni, en iyisi kanepeme uzanıp çayımı içerken fırından çıkmış ılık kekimi yiyip bir film seyredeyim.

İçimdeki sıkıntı hala benimle ama… olsun.”

Çok tanıdık geldi değil mi? İçimizdeki gelgitler…

Hiçbirimize uzak değil, zaman zaman hepimizi içine alan bir buhran anı. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi.

Pek çok şey yapmak isteyip, eyleme geçememek.

Ne istediğimizi bilmemek. Bilsek de eyleme geçmemize engel olacak  pek çok bahane bulmak.

Geçmişten gelen alışkanlıklar, inanışlar, düşünce kalıpları, korkular bizi atalet içinde bırakıyor çoğu zaman. Konfor alanımızdan dışarı çıkmaya korkuyoruz. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz çünkü. Daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir şey olursa ne yapacağımızı, nasıl tepki vereceğimizi bilmiyoruz. Kendi sınırlarımızı bilmiyoruz. Zorlamak da istemiyoruz.

Genel geçer yaşam tarzımızla pek çoğumuz mutlu değiliz ama bir kabulleniş hakim. Kader olarak kabullenip başımızı öne eğip yaşamaya devam ediyoruz. Biliyoruz ki kader bizi nereye sürüklerse oraya gideceğiz. Alın yazımıza karşı gelemeyiz. Neyse onu yaşayacağız.

Sonbaharda rüzgarın dalından koparıp alıp sürüklediği bir yaprak gibiyiz. Rüzgar nereye eserse oraya sürüklenen.

Kendi isteklerimizi göz ardı edip başkalarını mutlu etmek için çalışan bir mutsuz ordumuzda var eminim.

Oysa ömür denen şey çok kısa. Bir bakıvermişsiniz hayat elinizden kayıp geçmiş. Geriye dönüp baktığımızda pişmanlıklarla dolu bir boşluk yerine “iyi ki şunu da yaşamışım, yapmışım” demek daha mutluluk verici değil mi?

Hayatı dolu dolu yaşamak…

Kendimize vereceğimiz en değerli hediye bu…

Hadi şimdi, şu an tüm bunları geride bırakıp hayatımızın kontrolünü elimize alalım.  Kendi kendimize bir hediye verelim. Şımartalım kendimizi.

Silkinip kendimize gelelim, enerjimizi olumlu yönde kullanalım, ne istediğimize karar verip ve eyleme geçelim. Bütün yapmamız gereken bu.

Kuantum olasılıklar diyarı bize bu ayrıcalığı sunuyor.  

“Kuantum”… Yeni ve gizemli bir kelime. İçinde sırlar barındıran, anlaşılmayan, bazılarının hiç duymadığı bir kelime…

Şimdi Kuantum’un hayalle gerçek arası dünyasında hep birlikte ilerlemeye çalışalım.

Geçmiş bilindik hurafeleri hayatımızdan çıkarıp yepyeni, bilinmeyen, olasılıklar okyanusunda dalgalar üzerinde sörfe başlayalım. 

Kuantum nedir?

Kuantum, maddenin en küçük atom altı parçacıklarına verilen isimdir. 19 yüzyılın başında ortaya atılan kuantum teorisi Einstein, Planck, Bohr, De Broglie, Schroedinger, Heisenberg, Dirac, Pauli gibi pek çok bilim adamının çalışmalarıyla oluşmuştur. Ve her biri bu çalışmalarla Nobel ödülü almıştır. 

Klasik fiziğe göre maddenin en küçük parçası atomdu ve maddeler katıydı. Kuantum fiziği üzerine yapılan çalışmalar ve deneyler maddenin atom altı parçacıklardan meydana geldiğini ve her şeyin bir enerjiden oluştuğunu ortaya çıkardı.

Kuantum fiziği ortaya çıkana kadar evren modeli metamatik ve fizik formülleriyle ve nedensellik kavramıyla açıklanıyordu. Klasik fizikte belirsizliğe yer yoktu.

Kuantum fiziğine göre; madde gözlemlendiği zaman parçacık, gözlemlenmediği zaman dalgacık özelliği gösteriyordu. Bu durum belirsizlik ilkesinin ortaya atılmasına sebep oldu. Daha sonra Niels Bohr “Bütünleme İlkesini” ortaya koydu. Bu ilkeye göre “dalgacık ve parçacık birbirinin zıddı değildir, tam tersine birbirlerini bütünler. Bundan dolayı bir elektron bazen bir dalgacık bazen bir parçacık özelliği gösterebilir ama her iki özelliği aynı anda gösteremez.

Newton fiziğine göre “insan doğa olaylarını sadece gözlemleyebilir” anlayışı yerleşmişti. Bu durum atom ve atom altı parçacıklarının keşfi ile birlikte ve bunların davranışlarının izlenmesi ile değişti. Atom ve atom altı parçacıklar deneye tabi tutulduklarında, deneyi yapan bilim adamının düşüncelerinden etkileniyordu. Bilim adamının tahmin ettiği olasılığa göre sonuç veriyordu. Bilim adamı, atom ve atom altı parçacığı dalgacık olarak görmek isterse dalgacık olduğu gözlemleniyor, parçacık olarak görmek isterse parçacık olarak gözlemleniyordu. Bu son derece şaşırtıcı bir durumdu. Çünkü atom ve atom altı parçacıkları düşüncelere göre biçimleniyor ve konumlanıyordu. Üstelik her deney farklı sonuçlar veriyordu. Çünkü bilim adamlarının düşünceleri aynı kalmıyor, değişiyordu. Değişen düşünce farklı sonuçların doğmasına sebep oluyordu. Buradan çıkan sonuç, insan doğa olaylarını, evreni sadece gözlemlemiyor, onu düşüncelerine göre biçimlendiriyor ve değiştiriyor.    

Kuantum evreninde insanların düşünceleri ve davranış modelleri geçmişte yaşadığı deneyimlerle biçimlenmektedir. Davranış modelleri kalıplaşır ve otomatik hale gelir. Bu duruma “ kimlik veya kişilik” adını veriyoruz. Geçmişte deneyimlenen olaylar beyin kimyamızı etkiler ve duygularımızı oluşturur. Hücrelere bu kimyasallar elektronik sinyaller şeklinde taşınır. Tüm hisler ve duygular daha önceki elektrik sinyallerinin otomatik devreye girmesidir.

Düştüğünüzde hissettiğiniz acıyı beyniniz tanır ve tehlike anında sizi uyarır. Sevgiliniz sizi terk ettiği zaman hissettiğiniz aşk acısını beyniniz tanır, bir sonraki ilişkilerinizde sizi uyaran sinyaller vererek sizi koruma altına almaya çalışır.

İnsan da atomik bir yapıya sahip olduğu için evren enerjisi ile bağlantı halindedir. Düşünce enerjisi ile yaydığı enerjiler evrendeki olaylarla bir bağ kurar ve aynı frekanstaki olayları bize yaşatır.

Bu yüzden yaşamımızdaki olayları kaderimiz deyip kabullenmek yerine düşüncelerimize dikkat etmemiz gerekiyor.  Olan biten hiçbir şey rastgele olmuyor. Biz bir şeyi düşüncelerimizle tetikliyoruz, sonra yaşıyoruz.

Yapmamız gereken şey bu farkındalığa ulaşmak ve düşünce kalıplarımızı değiştirmek.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.